Aleksitimi, Yunanca kökenli bir sözcük olup ‘’duygular için söz yokluğu’’ anlamına gelmektedir. Duyguları tanımlamakta, ifade etmekte yaşanan güçlük veya ‘’duygu körlüğü’’ olarak tanımlanan bu kavramın, bir ruhsal bozukluk mu yoksa kişilik özelliği mi olduğu birçok araştırmanın konusu olmuştur. Beyin yarım küreleri arasındaki bağlantının kopukluğu sonucu ortaya çıktığını söyleyen nöropsikolojik çalışmalar olduğu gibi bu özelliğin sosyo-kültürel bağlamda geliştiğine dair birçok farklı görüş vardır. Diğer psikiyatrik hastalıklarla arasında bir sebep sonuç ilişkisi yoktur. Birçok yaşam durumu kişiyi bu duruma getirebilmektedir. Erken dönemde ebeveyn-çocuk ilişkisi önemli unsurlardan bir tanesidir. Örneğin duygusal yönünü paylaşmasını engelleyen veya çocuğu oyundan mahrum bırakan ebeveynler çocuğun duygusuz iletişim geliştirmesine neden olabilmektedirler. Bunun sonucunda aleksitiminin çocukta, kaygı ve çatışmalarda savunma mekanizması olarak gelişmesi ihtimali çok yüksek olacaktır. Bu da öğrenilmeyle ortaya çıktığına dair görüşleri destekler niteliktedir.
Sözlü iletişim, insanı diğer varlıklardan ayıran önemli özelliktir. Ve bu iletişim türe has bir yapı ve beceri olan dil sayesinde gerçekleşir. Duygularımızı, jest ve mimiklerimizin yanı sıra bu yolla aktarırız çoğu zaman. Duygularımızı dille aktaramamak da günlük yaşamda birçok probleme yol açabilir.
Aletsitimi; duyguları paylaşırken yaşanan zorluk, sınırlı hayal gücü, zihinsel tutarsızlık, mesafeli veya tam tersi bağımlı kişilik özellikleri, tekrar eden ayrıntılarla dolu monologlar, duygusal rol ve empati eksikliğiyle karakterizedir.
Aletisimik kişilik özellikleri 4 temel başlık altında toplanmıştır:
1-Duyguları fark etme, bedensel uyarımlardan ayırt etme ve söze dökme güçlüğü.
2-Hayal kurmada kısıtlılık
3-İşe vuruk işlemsel düşünme
4-Dış merkezlinuyum sağlamaya yönelik bilişsel yapı
Aleksitimik kişiler çevreleriyle yalancı bir normal içerisindedirler. Uyumlu gibi görünmektedirler ancak, histen yoksun iletişimleri onları zor duruma sokmaktadır ve sürekli bir iç çatışma halinde olmaktadırlar. Bu kişiler, duygularını bedensel tepkilerle gösterirler. Kendilerini karmaşık hissederler ve tam olarak ne diyeceklerini bilmediklerinden rahatsız oldukları durumları veya kaygılarını ezberlemiş gibi bedensel rahatsızlıklar üzerinden aktarırlar. Bu kişiler rüyalarını seyrek hatırlarlar. Hatırladıkları rüyalar da somut ve dış uyaranlara bağlı ögeler içermektedir. Hayal ve fantezi dünyaları gerçeklik sınırları içerisindedir. Bu kişiler nevrotik olarak algılanabilirler. Etraflarındaki ayrıntılarla alakalı düşünce yoğunluğu yaşarlar. Duygusal olmamalarına rağmen; tanımlayamadıkları öfke, üzüntü ve kedere bağlı olarak aşırı düzeyde ağlamalar görülebilmektedir. Bu da onlar için yine bedensel bir dışavurum yöntemi olarak kullanılmaktadır. Stresli veya depresif durumda olsalar dahi inkar ederler ve durumlarını, ‘’midem ağrıyor’’, ‘’başım ağrıyor’’ gibi sözlerle ifade ederler.
Aleksitiminin tanı ve teşhisi kolay değildir. Çünkü bir ruh sağlığı bozukluğu olup olmadığı net değildir. Henüz belirli kriterleri yoktur. Tespit etmek için testlerden ve ölçeklerden yararlanılmaktadır. Destek ve yardımın önemli olduğu bu durumda terapi bireylere oldukça fayda sağlayacaktır. Terapide kullanılan etkili sağaltım yöntemleriyle bireye durumu fark ettirilebilir. Kişi sözsel ifadeye teşvik edilebilir. Bedensel şikayetleriyle duygusal durumu arasındaki ilişkiyi fark etmesi sağlanabilir. Aleksitimik bireyin iç dünyasındaki duygularını fark etmesi çok önemlidir. Bu yüzden terapi, yavaş ve emek gerektiren bir süreçtir. Kendi duygularımızı tanımak ve farkında olmak, iletişimde olmak zorunda olduğumuz dış dünyanın yanı sıra öncelikle bize iyi gelecektir.
Neşe Sorgül
Kaynakça
Şaşıoğlu M. , Gülol Ç. , Tosun A. (2013). Aleksitimi Kavramı. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar. 5(4): 507-527.
Koçak, R., (2002). Aleksitimi: Kuramsal Çerçeve Tedavi Yaklaşımları ve İlgili Araştırmalar. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 35 (1-2), 183-212.
Dereboy, F., (1990). Aleksitimi: Bir Gözden Geçirme. Türk Psikiyatri Dergisi. (3), 157-165.
Comments